H@y@L3TÜRK Forum
Mustafa Kemal Ataturk(2) Haaleturk
H@y@L3TÜRK Forum
Mustafa Kemal Ataturk(2) Haaleturk
H@y@L3TÜRK Forum
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


        H@y@L3TÜRK ForumHoşgeldiniz :
En son ziyaretiniz :
Mesaj Sayınız : 1

 
AnasayfaKapıAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yapİletişimOyun Salonu
ploutos Foruma Hosgeldin Smile LoL puhahah ... Yeni Adminimiz ploutostur.

 

 Mustafa Kemal ******(2)

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
SyLvésTéR
Süper Moderatör
Süper Moderatör
SyLvésTéR


Cinsiyet : Erkek
Mesaj Sayısı : 67
Fenerbahçe
Mustafa Kemal Ataturk(2) 35l96o3
Rep Gücü : 150
Teşekkür : 2
Kayıt Tarihi : 29/11/09
Yaş : 28
İş/Hobiler : Forum

Cüzdan
Altın Altın: 897
Para Para: 56541
H@y@L3TL H@y@L3TL: 10

Mustafa Kemal Ataturk(2) Empty
MesajKonu: Mustafa Kemal ******(2)   Mustafa Kemal Ataturk(2) I_icon_minitimePtsi Kas. 30, 2009 2:47 pm

Mustafa Kemal Ataturk(2) Mustafa-kemal-******-s9Mustafa Kemal Ataturk(2) Mustafa-kemal-******-s8
******’ün Özel Hayatı

11 Eylül 1922’de, Türk ordusunun İzmir’e girişinin ikinci gününde ******’ün şehre geldiğini duyan Latife Uşşaki, onunla tanışmak için her gün karargâha gidiyor, ancak ******’le görüştürülmüyordu. Bir gün, nöbetçinin meşguliyetinden yararlanıp içeri giren Latife Hanım, ******'le konuşma fırsatı bulmuştu.

O dönemde İzmir’de birçok yangın çıktığı için ******’e, daha güvenli olacağını düşündüğünden, karargâhını babasının Göztepe’deki köşküne taşıması teklifinde bulundu. Uşşaki ailesi ******’ü 20 gün köşklerinde ağırladı. Bu dönemde arkadaş olan ****** ve Latife Hanım, daha sonra da haberleşmeye devam ettiler. Ancak Latife Hanım, köşklerinde kaldığı süre içinde ******’e âşık olmuştu ve bunu dolaylı olarak dile getiriyordu. Zira ortalıkta pek görünmemesine rağmen her gece ******’ün yastığının üzerine kırmızı bir gül bırakıyordu.

1898 doğumlu Latife Uşşaki, İzmir’in tanınmış ailelerinden Uşakizade (sonra Uşşaklı) Muammer Bey’in kızıydı. İzmir Lisesi’ni bitirdikten sonra, Paris’teki Sorbonne Üniversitesi’nde hukuk okumuştu. Londra’da dil öğrenimi gördükten sonra Kurtuluş Savaşı henüz bitmeden İzmir’e ailesinin yanına dönmüştü.

******, Latife Hanım’ın eğitiminden ve zekâsından çok etkilenmişti. Ancak ******’ün hayatında ona büyük bir aşkla bağlı olan Fikriye Hanım vardı. ****** ve Fikriye’nin yolları Zübeyde Hanım’ın ikinci evliliği nedeniyle kesişmişti. Zira Fikriye, ******'ün üvey babası Ragıp Bey'in kız kardeşinin kızıydı. Yani onun üvey kuzeniydi. ****** yüzbaşı olduktan sonra arada sırada geldiği ailesinin evinde, Fikriye ile tanışmıştı. Fikriye ise, bir dönem Mısırlı zengin bir adamla evli kalıp boşanmış, ardından İstanbul' a dönerek Zübeyde Hanımların evine yerleşmişti. Zübeyde Hanım, Fikriye' yi çok sevmesine rağmen, ******’ün kız kardeşi Makbule ondan hoşlanmıyordu.

******'ten sadece bir ya da iki yaş büyük olduğu tahmin edilen Fikriye Hanım, Kurtuluş Savaşı sırasında ******’ü yalnız bırakmamış, ona bakmış, Çankaya’da birlikte yaşamışlardı. Zira Kuvayi Milliye' yi örgütlemek ve vatanı kurtarmak için çalışan ******' ün günlük işlerine yardım etmesi için güvenebileceği kadın bir yardımcıya ihtiyacı vardı. Her ne kadar yardımcısı Bekir Çavuş ******’e hizmet etse de, tüm bu işlere bir kadın elinin değmesi şart olmuştu ve akla gelen en uygun isim Fikriye Hanım’dı. Ankara’ya bu amaçla çağrılan Fikriye, kısa sürede tüm Çankaya tarafından benimsenmişti. Milli mücadele döneminde sabaha kadar odasında çalışan ******' ü kahvesiz bırakmamak için ona yardımcı olan Fikriye Hanım, çok geçmeden bu karizmatik lidere aşık oldu. Salih Bozok daha sonra yazacağı kitapta Fikriye Hanım’ı, ortadan az uzun, ince, kara kaşlı ve kara gözlü, aydınlık yüzlü, güzelden çok alımlı bir hanım olarak tasvir edecekti ve onun için şunları söyleyecekti:
Şahsi kanaatim, resimlerinden gördüğüm kadarıyla oldukça güzel ve tutkulu bir kadın. Sanki içime yay veya boğa burcuymuş gibi bir his doğuyor.


******, bu dönemde Türk ordusunun İzmir’e girişinden dolayı yapılan kutlamalar için İzmir’e gittiğinde Latife Hanım’la tanışmıştı. Fikriye Hanım, gazetelerde ****** ve Latife Hanım’ı aynı karede gördüğünde onun için oldukça azap verici bir dönem başlamış oldu. Hem Milli Mücadele yıllarında Çankaya’da geceli gündüzlü çalışması hem de Latife Hanım’la ******’ün tanışması onu çok yıpratmıştı, zira bir süre sonra verem olacaktı.

****** Fikriye Hanım’ın biran önce iyileşmesini istiyordu ve onu tedavi görmesi için Münih’teki bir sanatoryuma gönderdi.

Bu arada ******’ün annesi Zübeyde Hanım da sağlık problemleri yaşıyordu. Tedavi için İzmir’e giden ve Latife Hanımların köşkünde ağırlanan Zübeyde Hanım, 14 Ocak 1923’te hayata gözlerini yumdu. Annesinin ölümü üzerine İzmir’e giden ******, Latife Hanım’la 29 Ocak 1923’te Muammer Bey’in evinde, sade bir nikâh töreniyle evlendi. Mareşal Fevzi Çakmak ve Kazım Karabekir ******'ün, Mustafa Abdülhalik Renda ile Salih Bozok ise Latife Hanım’ın tanıklarıydı.

Evlilik haberini Almanya’da, tedavi gördüğü sanatoryumda alan Fikriye Hanım, Münih’ten Çankaya’ya geldi. Bu zamansız dönüş oldukça acı biçimde sonuçlanacaktı. ******’ü görmek için köşke geldiğinde Latife Hanım’la ****** kahvaltı etmekteydi. ******’e Fikriye Hanım’ın köşke geldiği haberi verildi ancak Latife Hanım öfkeden çılgına dönerek Fikriye Hanım’ın köşkten kovulmasını emretti. Fikriye Hanım itiraz etmeden faytona bindi, inanılmaz derecede üzgündü. Bu yüzden kendisine hediye edilen tabancayla yolda kendisini vurdu. Ancak konuyla ilgili farklı spekülasyonlar vardı.

Fikriye'nin ******’e duyduğu büyük aşk gibi, ölümü, son yolculuğuna nasıl uğurlandığı ve mezarının yeri de "sırlarla" dolu oldu. Zira ölüm nedeninin intihar olmadığını, cinayete kurban gittiğini ortaya atan görüşler vardı. Dönemin tek hastanesi olan Memleket'e yetiştirilen Fikriye’nin ölümü ile söylenenlerin hiçbiri birbirini tutmuyordu.

Fikriye Hanım'ın yeğeni Abbas Hayri Özdinçer daha sonra konuyla ilgili şu açıklamayı yapacaktı:


Anlatıldığına göre, halamı faytonun içinde sırtından vurulmuş olarak buluyorlar. Babam Enver Bey, o gün halamın ölümünden haberdar edilmiyor. Ertesi sabah sivil polisler Çankaya'dan gelen şifahi bir emirle babamı Ankara'ya götürüyorlar. Babamın ısrarlarına rağmen halamın cesedi kendisine gösterilmiyor. Mezkûr tabanca dâhil merhumenin bütün şahsi eşyalarına el konuluyor. Bunun üzerine babam bir arkadaşıyla beraber halamın o gece kaldığı hastaneyi araştırıyor. Cinayet günü halamla aynı hastanede kalan bazı hastaların isim ve adreslerini tespit ediyorlar. Bu hastalardan biri Polatlı Çoban Hüseyin'miş. Hadise günü üst kat tamamıyla boşaltılırken, onu baygın zannedip başka koğuşa nakletmişler. Babamlar bu çobanı daha sonra köyünde bulmuşlar ve o gece ne olduğunu sormuşlar. Çoban Hüseyin aynen şunu söylemiş: 'O gece bir avrat getirdiler. Sabahlara kadar avazı dinmedi “Alçaklar, katiller, vurdular beni” diye bağırıyordu. Halam ertesi gün ölmüş.


18 Temmuz 2006 tarihli Sabah Gazetesi’nde Fikriye Hanım’ın mezarının nerede olduğuna dair bir haber yer aldı. Fikriye Hanım’ın 82 yıllık “Mezar sırrını” Salih Bozok'un aile dostu olan araştırmacı Eriş Ülger açıkladı:


Fikriye'nin mezarı Köşk'e çıkarken sol tarafta, bugünkü Kuğulu Park civarında, küçük bir mezarlıkta.


Fikriye Hanım’ın ölümü ******’ü derinden sarstı. Salih Bozok' un anlattığına göre, ****** bir gün eşi Latife Hanım' a yanlışlıkla "Fikriye" diye hitap etmiş, bu yüzden ****** ile Latife Hanım’ın arası uzun süre bozulmuştu.

Evlilikleri boyunca birçok yurt gezisinde ******’e eşlik eden Latife Hanım, modern ve medeni Türk kadınının simgesi olma görevini üstlendi. ******’ün isteği üzerine meclisteki oturumları izlemeye giden Latife Hanım, TBMM’ye giren ilk Türk kadını oldu. Her önemli toplantıda bulunmuş ve askeri manevralara katılmış olan, ******’le en hayati konuları dahi tartışabilen Latife Hanım’a ****** büyük saygı duyuyordu. Ancak Latife Hanım, evlendikten sonra oldukça hırçınlaşmıştı. 2 yıl süren evlilikleri boyunca Latife Hanım hırçınlığıyla ******’ü yıprattı. Evlendiklerinde Cumhuriyet henüz yeni kurulmuştu, ******’ün sorumlulukları büyüktü, ancak Latife Hanım ona destek olmaktan çok sorun çıkarıyordu. Bunda genç yaşta olmasının da etkisi vardı.

Birçok şiddetli gerginlik yaşadıktan sonra ****** iki defa Latife Hanım’dan ayrılmak istemiş, ancak Latife Hanım, Salih Bozok’tan arabuluculuk yapmasını istemiş ve araları yumuşamış, en sonunda 1925 yazında Doğu Anadolu gezisindeki tatsız tartışmadan sonra boşanmaya karar vermişlerdi.

5 Ağustos 1925 tarihinde resmen ayrıldıklarında boşanma haberi radyoda yayınlanan bir hükümet bildirisi ile duyuruldu. Latife Hanım boşanmayı kabullenememiş, ******'le barışıp yeniden beraber olmayı ümit etmişti.

Ölümüne kadar ******’le olan evliliği hakkında konuşmayı ya da yazmayı kesinlikle kabul etmeyen Latife Hanım, 12 Temmuz 1975’te İstanbul’da hayatını kaybetti ve Edirnekapı Şehitliği’ndeki aile mezarlığına gömüldü.

******’ün özel hayatıyla ilgili olarak en yakın arkadaşlarından ve aynı zamanda başyaverlerinden olan Salih Bozok, “******, Latife ve Fikriye İki Aşk Arasında” kitabını yazdı. Kitap, ******’ün hayatındaki iki önemli kadın ekseninde geçen olayları anlatıyordu ve hiçbir yerde yayınlanmamış anılara, ******’ün özel hayatından bilinmeyen kesitlere yer veriyordu.

İstiklal Mahkemeleri Üç Aliler Divanı'nın üyesi, ******'ün silah arkadaşı ve sırdaşı Kılıç Ali'nin oğlu Altemur Kılıç kendisiyle 11 Ağustos 2006 tarihinde yapılan röportajda, ******’ün Latife Hanım’la olan evliliği hakkında açıklamalarda bulundu. Altemur Kılıç, amcası Muzaffer Kılıç’ın ******'ün yaveri; annesiyle halalarının Çankaya yıllarında Latife Hanım'ın yakın dostları olması sebebiyle tarihsel bir takım gerçeklere vakıftı.


Adı Latife Hanım Tarafından Konulan Altemur Kılıç’la Yeni Şafak Gazetesi Tarafından Yapılan Röportaj:

*Latife Hanım ile ******'ün boşanma nedeniyle ilgili bizden farklı bir şey biliyor musunuz?

****** başlangıçta beğenmiş Latife Hanım'ı, uyuşmuşlar. Gelecekteki aydın Türk kadınının modeli olacağını düşünmüş, bunun için evlenmek istemiş. Kadınlara laf etmek istemem ama Latife Hanım daha sonra biraz ne oldum delisi olmuş. Hırçınlaşmış. ******'le mücadeleye girmiş.

*Bunlar babanızın anılarında var. Halalarınızdan ve annenizden ne duydunuz?

Şöyle derlerdi: Latife Hanım iyiydi, severdik. Ama konumunu hazmedemedi. ******'e herkesin yanında "Kemal" derdi. Ayrıldıkları gün çıkan tartışma da şöyle olmuş mesela: ****** kapıdaki nöbetçiyle sohbete dalmış. Latife dehşetli kızmış. Bir nöbetçiyle nasıl böyle konuşur, diye. ****** askerdi fakat hoyrat değildi. Paris, Sofya görmüş, Fransızca bilen ince bir adamdı. Latife Hanım onu terbiye etmeye, kendine uydurmaya kalkmış.

*******'ün sofra sohbetlerinin çok uzaması ve Latife Hanım'ın bunu engellemeye çalışması da ayrılış nedeni olarak gösterilir?

****** arkadaşlarıyla sohbeti severdi. Latife Hanım onu boğduğu, hoyratlık yaptığı için mutsuz oldu ******.

*******'ün boşanarak arkadaşlarını eşine tercih ettiği de söylenir.

****** hayat tarzının değiştirilmesinden rahatsız oldu. Latife Hanım'da istediğini bulamadı.

*Latife Hanım, ******'e söz verdiği için hiç konuşmamış. Babanız da anılarında "Bildiklerim benimle mezara gidecek" diyor. Neden bu kadar ısrarla susuluyor?

Ben bunları tahmin etmiş gibi "İleride ****** ile ilgili dedikodular çıkaracaklar, anlatın da ben bileyim hiç olmazsa" dedim babama. Bana gözlerini açarak öyle bir baktı ki neredeyse dövecekti. "Ben" dedi "Devlet sırlarını da ******'ün özel sırlarını da kimseye anlatmaya mezun değilim. Sana da anlatmam"

*Hiç mi bir şey anlatmadı?

Babam ******'ün özel hayatını bilecek kadar yakınındaydı. Ama özelini, devlet sırlarını söylememesi çok normal.

*Devlet sırrı ******'ün asker ve devlet adamlığıyla, diğeri ******'ün insan yüzüyle ilgili. Söylediklerinizden gizlenmesi gereken bir şeylerin gizlendiğini mi anlamalıyız?

Gizlenmesi gereken bir şey değil. Herhangi bir şey. Ben en yakın arkadaşımın sırrını da açıklamam. Değil ki ****** gibi bir adamınkini açıklayayım. Latife Hanım'ın kasası açılsın deniyor. Biz bunca yıl sonra ******'ü Latife Hanım'ın evrakından tanıyıp, onun kötü adam olduğuna karar vereceksek o başka. Niye kötü adam olsun ki! O evrak cumhuriyetin kurucusu olsa bile mutluluğu, üzüntüsü, zaafları, heyecanları, pişmanlıkları ile bir insanı tanıtacak bize. ****** hiçbir zaman put olmak istemedi. Anlattıklarımız kıymetli ise, işte anlatıyorum. Ama babamın dediği gibi, farklı bir bilgiyi benden istemeye kimsenin hakkı yok.

*Bu, bir şeyler bilip de gizlediğiniz anlamına mı geliyor?

(Düşünüyor.) Olabilir. Duyup bildiğim şeyler var ama prensip olarak anlatmam. Ölünceye kadar saklarım. Esrarengizlik değil bu.

*Latife Hanım'ın kasasının açılmasına niçin karşısınız?

Latife Hanım isteseydi bunu kendisi yapardı. Onun ölümüne yakın bir vakitte kimi notlarını yaktığı biliniyor. Dolayısıyla yakmadıkları görülebileceğini, bildiği, hatta görülmesini istediği şeyler olabilir. ******'ü kötülemek isteyenler öküz altında buzağı arayacaklar. Başka faydası olmaz.

*Latife Hanım ayrılış nedeni olarak bir "yılan"dan bahsediyor. Babanız da Latife Hanım'ın ******'ü arkadaşlarından ayırmaya çalıştığını söylüyor. Kızgınlığı fark ediliyor. Bu "yılan" babanız Kılıç Ali olabilir mi?

Değildir herhalde. Yıllar sonra Latife Hanım'a gittim sordum; babama, amcama kızgınlığınız var mı, diye. "Katiyen" dedi. Latife Hanım'ın onlara kızgınlığının nedeni şu olabilir: Fikriye Hanım Çankaya'ya gelince Latife Hanım "Kovun bu kadını" diyor. Amcam da "Hanımefendi, bu kadın zor günlerde bizim çamaşırlarımızı yıkadı, kovamam" diye dikleniyor. Bunun için babama da, amcama da kızıyor Latife Hanım.

*Bir anınızı anlatır mısınız?

Florya'daydık. Ülkü'yle denize giriyorduk. ****** de evin önündeki masada oturuyor. Bize seslendi "Çok kaldınız üşüdünüz, artık çıkın" dedi. Çıktık merdivenden. İkimizin de elinden tuttu. Havlularımızı verdi arkamıza. Dondurma yer misiniz, diye sordu. Frambuazlı dondurma vardı. Ne vakit frambuazlı dondurma yesem burnumun direği sızlıyor. (ağlıyor) ******'ü bir daha görmedim. Arkasında ekoseli bir süveteri vardı. Saçları önüne düşmüş. Biz canı sıkkın zannettik. Meğer hastaymış. Hâlâ içim acıyor.


Çocukları çok seven ******, Afet İnan, Sabiha Gökçen, Fikriye, Ülkü Adatepe, Nebile, Rukiye, Zehra ve Mustafa isimlerinde 8 çocuğu manevî evlat edindi. Abdurrahim ve İhsan adlı çocukları ise himayesine aldı. Onlara iyi bir gelecek hazırlayan ******, mirasından çocuklarına da pay ayırdı.

Ülkü Adatepe, ******’le aynı çatı altında tam 5 yıl yaşamıştı. Kendisiyle yapılan bir röportajda manevi babasıyla ilgili olarak çok özel açıklamalarda bulundu.


******’ün Manevi Kızı Ülkü Adatepe’yle Yapılmış Olan Röportaj


Ata’nın Fikriye ile ilişkisi gerçek bir aşktı. Bunu da herkes biliyordu, Latife Hanım çok hırçın ve sinir hastasıydı. Zübeyde Hanım da ******’ün yakın çevresi de Latife Hanım’ı hiç sevmemişti…


* Annenizin-babanızın kızı olmaktan çok ******’ün kızı mıydınız?

Kendimi bildiğimde ******’le aynı evdeydim. Çok ilgi görüyordum. Şefkat ve sevgi seli içindeydim. ******’e ******çüğüm diye hitap ederdim. Ne yazık ki anılarım çok silik. Onun çalışma odasına doğru koşuşum, kucağına alıp nasihatte bulunması, eve gelen konuklar…

* Nasıl izler kaldı o günlerden size?

Onunla olunca kendimi sağlam bir kayaya yaslanmış hissederdim. Anne-baba sevgisinin ötesinde olduğunu da itiraf etmeliyim.

* Anneniz Zübeyde Hanım’ın komşusuymuş. Bu yüzden mi ******’ün manevi kızı oldunuz?

Dedesi annemi ******’ün annesi Zübeyde Hanım’a emanet etmiş. Annemi Zübeyde Hanım büyütmüş. Annem küçük bir kız çocuğu olarak ******’ün başını kaşırmış. Zübeyde Hanım’ın ölümünden sonra annem bir süre Ata’nın kardeşi Makbule Hanım’la kalmış. ****** annemi Gazi Orman Çiftliği’nde istasyon şefliği yapan Fransızca bilen Çerkez babamla evlendirmiş. Annemin hamile olduğunu duyunca da haber göndermiş.

* Evlat mı edinmek istemiş sizi?

Hayır, yalnızca şöyle demiş: “Kız ya da erkek fark etmez bu çocuğun adı Ülkü olacak.” Ben doğduğumda kendisi cumhurbaşkanıydı. 40 günlükken beni kucağını alıp sevmiş. Ben 9 aylıkken ziyarete geldiğinde çiftlikte beni görmüş. Elime saatini tutuşturmuş. Ben saati kulağıma götürüp dinlemişim. Meraklı halim onu çok etkilemiş ve benden ayrılmak istememiş. Herhalde babalık duyguları hissetti. Döndükten hemen sonra gece eve araba gönderip bizi Çankaya Köşkü’ne aldırmış.

* Neler yaşadınız ******’ün ölümünden sonra?

Onun koruması, onun verdiği güç her zaman benimle birlikteydi ama çok zorluk çektim. Çünkü birden bir ilgi boşluğu oldu. Annemin, babamın dolduramayacağı bir boşluğun içine düştüm. Üsküdar Amerikan Lisesi’ne gönderdi ailem beni, Ata’nın istediği gibi bir eğitim almak için. Ancak ben bunalıma girdim. İsmet Paşa da dahil olmak üzere hiç kimse ilgilenmedi benimle. Unutuldum uzun bir süre. Bu yüzden de liseyi bitirmeden evlendim Fethi Doğançay’la. Bu bakımdan zor bir hayatım oldu, Ata’nın eğitim bakımından beklediklerini gerçekleştiremedim. Kendime geldiğimde, Ata’yı anlatmayı kendime misyon olarak üstlendim. Bunu yapmalıydım. Uzun süre kişilik bunalımı yaşadım.

* ******’ün aşkları da gündemde… Zsa Zsa Gabor bile geldi diye yazanlar oldu…

Öyle. Zsa Zsa Gabor doğru değil. Birilerinin eşlerini beğenirmiş gibi sözler de söyleniyor, onlar da doğru değil. Ama sonuçta ****** de bir insandır, çapkın olabilir, zaten bekardı.

* Ya Fikriye Hanım…

Ona aşıktı. Hatırlamıyorum ama annem ve Sabiha Hanım anlatırdı. Fikriye Hanım, Ata’nın çevresindekilerin de beğenisini alan güzel bir kadınmış. Herkes hayranmış.

*Latife Hanım ‘first leydi’liğe daha mı uygun bulunmuş?

Şöyle anlatılmıştı bana. Zübeyde Hanım hastalandığında Ata’ya bir mektup yazarak, evlenmesini istemiş. O sırada Latife Hanım yetiştiriliş tarzı, ailesi bakımından beğenilmiş. Ancak görünen gibi olmamış.

* Yurtdışında okuyan Latife Hanım’ın neyi uymamış Ata’ya?

Bir kere Zübeyde Hanım bu mektubu yazdıktan kısa bir süre sonra fikir değiştirmiş. Ata’nın yaveriyle haber gönderip, “Sakın evlenme” demiş. Ancak o sırada Ata’nın çevresindekiler de evlilik için bastırınca evlilik gerçekleşmiş. Bana anlatılanlar Latife Hanım’ın hırçın, hırslı ve şımarık olduğu. Aileden gelen bir sinir hastalığı da varmış. Ata’nın yakın çevresindekiler onu sevmemiş. Sonuçta Ata öldükten sonra da kendini odaya kapattı. Kimseyle görüşmedi.

* Ya Fikriye Hanım’ın ölümü?

Çok acıklı. Onunla ilgili anlatılanlardan çok etkilenirim. Fikriye Hanım döndüğünde eve alınmamış. Bu Ata’nın onun gelişinden habersizliğinden kaynaklanıyor. Fikriye Hanım buna çok içerlemiş. Latife Hanım’ın, ******’ün Fikriye Hanım’la ilişkisini kesmesinde büyük etkisi var. Bana kalırsa, anlatılanlardan bildiğim Fikriye ve Ata’nın ilişkisi gerçek bir aşktı. Fikriye’nin hastalandığı da doğrudur. Paris’te tedavi görmüş. Keşke Fikriye Hanım’la evlenseydi.

* Safiye Ayla’nın Köşk’e gelişini hatırlıyor musunuz?

Safiye Ayla’yı özel olarak çağırırdı. Erken yattığımda, uyandırırdı beni Ata, “Safiye Hanım geldi” derdi. O söylerdi, ben de dans ederdim.

* Safiye Ayla’nın yüzünü sakladığı, kapının, perdelerin arkasından şarkı söylediği doğru mu?

Öyle bir şey olmadı. Hatta bu dedikodu çok yayılmıştı ve Safiye Ayla, rahmetli ölmeden önce bana “Ülkücüğüm halk beni galiba gerçekten çok çirkin buluyor. ******’ün bana bakamadığını düşünüyorlar” demişti.

* Çok içer miydi?

Annemin anlattıklarından biliyorum, harp zamanında içermiş. Sonuçta ülkeyi yönetiyor, devrimler yapıyor, çok özel bir insan Ata.

* Bu konular yeni yeni konuşuluyor. İçkisi, sigarası… Rahatsız oluyor musunuz?

Okullarda savaşları okutuyorlar ama bilmedikleri ******’ün insan yönü. Her şeyden evvel insan o. Bu yüzden de rahatsızlık duymuyorum. Çok büyük bir asker, çok büyük bir devlet adamı, çok büyük bir devrimci. ******’ün rakısından bahsediliyor. Stresini atmak için içiyormuş, muazzam sofraları filan anlatıyorlar. Onları hatırlıyorum o sofralar imtihan sofrasıydı. Fikir alışverişi yapılırdı.

* Kimler davet edilirdi, siz hatırlamasanız bile mutlaka anlatılmıştır…

Annem, Sabiha Gökçen, Afet Hanım anlatırdı bana. Gazeteciler, yakın arkadaşları gelirdi.

* ****** yaşasaydı ne olurdu, ne yapardı?

****** şimdi olsaydı zaten böyle olmazdı. Ata’nın15 yılda yaptıklarını yıllardır yapamadılar.

* ****** manevi kızlarının siyasete girmemesini vasiyet etmiş. Ata neden böyle olmasını istedi?

İsminden yararlanılmasını istememiş olabilir. Çok çıkarcı olabilirdik. Ata her şeyi milletine bıraktı. 1933′te doğduğumda kanun çıkarmış, oysa her şey kız kardeşine kalabilirdi.


******’ün İlkeleri

“******’ün İlkeleri”, Türkiye Cumhuriyetinin temel prensipleridir. ******'ün dünya görüşünü yansıtan ve 6 ok olarak da nitelendirilen bu ilkeler bir bütündür, birbirinden ayrı düşünülemez. ****** ülke yönetimindeki temel prensipleri bu 6 ilke altında toplanmıştır. Kuşkusuz ******’ün ilkeleri çok daha iyi bir Türkiye Cumhuriyeti içindir.

Cumhuriyetçilik:

Çok uluslu bir imparatorluğun savaşla yıkılmasından sonra, bir milletin ayakta kalabilmesi için varını yoğunu vererek çalışmış ve savaşmış olan ******, ulus devlete geçiş sürecinde Türkiye'nin ulusal kimliğini oluşturdu. Bu kimliği oluştururken, tüm vatandaşların kendi iradesiyle ülke yönetiminde etkisi olmasını gerekli gördü, halkın iradesini temel aldı. Hiç kuşkusuz bir ülkenin vatandaşları yönetimde etkin olmalıydı, sesini duyurmalıydı, kul nitelikli bir yapıda değil de yurttaş-birey olarak görülmeliydi. ****** bu ülkeye Cumhuriyet’i hediye ederken, sadece halkını ve vatanını düşünmüştü.

Halkçılık:

******, Cumhuriyet ilkesiyle birlikte, sosyal hayatın içinde bireylerin kendilerini özgürce ifade edebilmeleri, haklarını arayabilmeleri için kadın-erkek, genç-yaşlı tüm halka değer veren bir düşünce doğrultusunda Halkçılık ilkesine işaret etti. Halkçılık ilkesi sınıf ayrıcalıklarına ve sınıf farklılıklarına karşı olmak ve hiçbir sınıfın diğerlerinin daha üzerinde olmasını kabul etmemek demekti. Birlik fikrinin yücelten Halkçılık ilkesiyle Türkiye Cumhuriyeti ulusal bir kimlik kazandı. 1934 yılında kabul edilen bir kanun ile kadınlar seçme ve seçilme hakkını aldılar, statülerinde köklü değişiklikler oldu. Kadınları ikinci sınıf insan gören zihniyet tamamen ortadan kalktı, kadınlar sosyal hayatta yer almaya başladı. ****** çeşitli ortamlarda, Türkiye'nin gerçek yöneticilerinin köylüler olduğunu söylemiş ve bunu şu şekilde ifade etmişti:
Köylü Yurdun Efendisidir.


Laiklik:

İmparatorluk döneminde yobazlar ve radikal dinciler oldukça tehlikeli bir hal almışlar, bazı gruplar düşmanla işbirliği içine girmeye bile çalışmıştı. Din gibi sadece Allah ve kul arasında kalması gereken ruhani bir olguyu, devlet yönetiminde kullanmak, onu araç etmek ve küçük düşürmek demekti. Oldukça dindar bir anne tarafından yetiştirilmiş olan ******, Laiklik ilkesiyle, yobazların ülke yönetiminde dini kullanmasına izin vermemiş, dini korumuştu. Bu amaçla laiklik ilkesini benimsemişti. Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıyla dini çirkin amaçlarına alet eden grupların etkisi azaldı.

Milliyetçilik:

Vatan sevgisini her şeyin üstünde tutup, vatanı için cesurca savaşmış olan ******’ün milliyetçiliği ırkçı bir yapıda değil, yurtseverlikle doluydu. Bugün bir bayrak altında bağımsız olarak yaşamamız, milyon askeri komuta ederek, cephelerde kahramanca savaşarak Cumhuriyet’i kuran ****** sayesindedir. ******’ün milliyetçiliği tüm diğer ulusların bağımsızlık haklarına saygılı ve sosyal içeriklidir. Yalnızca anti - emperyalist olmayıp aynı zamanda herhangi bir sınıfın Türk toplumunu yönetmesine de karşıdır. Türk devletinin vatanı ve halkı ile bölünmez bir bütün olduğu ilkesine dayanmaktadır.

Devrimcilik:

******'ün ortaya koyduğu önemli ilkelerden birisi olan devrimcilik, işlevi kalmamış, çağın gerisindeki kavramlar ve anlayışlar yerine değişen dünyaya uygun, akılcı kavramların benimsenmesi demektir. Bu anlamda ******, geleneksel kuruluşlar yerine modern kuruluşlar inşa etmiş, ülkenin geleceği için yeni yapılanmalara gitmiştir.

Devletçilik:

******, Türkiye'nin bir bütün olarak modernizasyonunun ekonomik ve teknolojik gelişmeye önemli ölçüde bağlı olduğunu ifade etmiştir. Devletçilik ilkesini, devletin, ülkenin genel ekonomik faaliyetlerinin düzenlenmesi şeklinde yorumlamış, özel sektörün girmek istemediği, yetersiz kaldığı ya da ulusal çıkarların gerekli kıldığı alanlara girmesi konularına da değinmiştir. Devletçilik ilkesinin uygulanmasında, devlet yalnızca ekonomik faaliyetlerin temel kaynağını teşkil etmemiş, aynı zamanda ülkenin büyük sanayi kuruluşlarının da sahibi olmuştur.


******’ün İnkılâpları

****** askeri bir dahi ve karizmatik bir lider olduğu gibi, aynı zamanda büyük bir reformcuydu. Türkiye Cumhuriyetinin çağdaş bir ülke olması için eğitim, adalet, sosyal hayat ve ekonomi gibi bir ülkenin gelişmesinde oldukça büyük önemi olan yapıtaşlarını tümden değiştirmişti. ****** ülkemizin ihtiyaçlarını bilmenin yanında genç cumhuriyetin geleceğini de düşünüyordu. Dünya değişiyordu ve ilerlemenin yolu da değişmekten geçiyordu. Bu yüzden 1924 ile 1938 yılları arasında, insanlarının kurtuluşu ve hayatta kalabilmesi için yaşamsal öneme sahip olan inkılâpları hayata geçirdi. Bu inkılâplar, Türk halkı tarafından büyük bir coşku ile karşılandı. Yaptığı değişiklikler köklü oluşları ve eski sistemi düzenlemektense yerine yenisini getirmeleri nedeniyle devrim olarak da nitelendirildi. Ancak, devrim, ihtilal kavramının eş anlamlısıydı ve kanla gerçekleşen bir eylemdi. Dolayısıyla ****** yaptığı değişiklikler için negatif bir kavram yerine değişim anlamına gelen inkılâp kavramını seçti.

******’ün gerçekleştirdiği inkılâplar beş ana başlık altında şu şekildeydi;

Siyasal alandaki İnkılapları

•Saltanatın Kaldırılması (1 Kasım 1922)

•Cumhuriyetin İlanı (29 Ekim 1923)

•Halifeliğin Kaldırılması ( Mart 1924)

Toplumsal alandaki Inkılâpları

•Kadınlara ve erkeklerle eşit haklar verilmesi (1926-1934)

•Şapka ve kıyafet devrimi (25 Kasım 1925)

•Tekkelerin, zâviyelerin ve türbelerin kapatılması (30 Kasım 1925)

•Soyadı Kanunu (21 Haziran 1934)

•Lâkapların ve unvanların kaldırılması (26 Kasım 1934)

•Uluslararası saat, takvim ve uzunluk ölçülerinin kabulü (1925-1931)

Hukuk alanındaki Inkılapları

•Mecellenin kaldırılması (1924-1937)


Eğitim ve Kültür Alanındaki Inkılapları

•Öğretimin Birleştirilmesi Yasası (Tevhid-i Tedrisat Kanunu) (3 Mart 1924)

•Yeni Türk harflerinin kabulü (1 Kasım 1928)

•Türk Dil ve Tarih Kurumlarının kurulması (1931-1932)

•Üniversite öğreniminin düzenlenmesi (31 Mayıs 1933)

•Güzel sanatlarda yenilikler


Ekonomi alanındaki Inkilapları

•Aşar vergisinin kaldırılması

•Çiftçinin özendirilmesi

•Örnek çiftliklerin kurulması (****** Orman Çiftliği gibi)

•Sanayiyi Teşvik Kanunu'nun çıkarılarak sanayi kuruluşlarının kurulması

•I. ve II. 5 yıllık Kalkınma Planları'nın (1933-1938) uygulamaya konulması

•Anadolu'nun yeni yollarla donatılması


Dünyada ******

******, Türkiye için çok büyük bir kahraman, eşsiz bir siyasi dehaydı. Ülkeyi gerçek anlamda kurtarmış, bağımsızlığını kazandırmış, bayrağı olan özgür bir ülke olması için hayatı pahasına savaşmıştır. Ancak ******’ün büyüklüğü sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada kabul edilmiştir. Dünyanın en önemli liderleri onun dehası hakkında açıklamalarda bulunmuş, dünya basını da ******’e geniş vermiştir. Tüm dünyanın birleştiği nokta ise ****** gibi insanların dünyaya çok zor geldiği yönündedir. İlkeleri, inkılâpları, insani yönleri, kahraman askerliği, entelektüelliği, zekası, sınır tanımayan bilgisi ve görgüsüyle ******, bizim ******ümüz olması dışında tüm dünyaya da mal olmuş, sayısız lidere ilham vermiştir. Hakkında sayısız kitap yazılmış, konferanslar ve seminerler düzenlenmiştir.

Bugüne kadar ****** hakkında yazılmış en kapsamlı biyografi Kahire'deki İngiliz Büyükelçiliğinde uzun süre görev yapmış olan İngiliz yazar ve gazeteci Lord Kinross tarafından kaleme alınmış olan, “******, The Rebiryth of a Nation” (******, Bir Milletin Yeniden Doğuşu)’dur. Kitabı hazırlamak için uzun süre Türkiye’de kalan ve çalışmalarını 5 yılda tamamlayan Kinross, eseri 2 cilt halinde hazırlamıştı.

Time of the Gypsies dergisi ******’le ilgili sayısız makale yayınlamış, ayrıca 24 Mart 1923 ve 21 Şubat 1927 tarihlerinde ******’ü kapak yapmıştır.

****** bütün dünyanın hayran kaldığı bir kalkınmayı gerçekleştiren ilk devlet başkanı olmuştur. Yaşasaydı kuşkusuz dünya bambaşka bir yer olacaktı. Ancak o, arkasında çok daha iyi bir Türkiye bırakarak hayata gözlerini yummuş, ülkemizi, bayrağımızı bize armağan edip aramızdan ayrılmıştır.



****** bu yüzyılın büyük insanlarından birinin tarihi başarılarını, Türk halkına ilham veren liderliğini, modern dünyanın ileri görüşlü anlayışını ve bir askeri lider olarak kudret ve yüksek cesaretini hatırlatmaktadır. Çöküntü halinde bulunan bir imparatorluktan özgür Türkiye'nin doğması, yeni Türkiye'nin özgürlük ve bağımsızlığını şerefli bir şekilde ilan etmesi ve o zamandan beri koruması, ******' ün Türk halkının işidir. Şüphesiz ki, Türkiye' de giriştiği derin ve geniş inkılaplar kadar bir kitlenin kendisine olan güvenini daha başarı ile gösteren bir örnek daha yoktur.


John F. KENNEDY - A.B.D Başkanı


Cihanı hayran bırakan bu Türk, Türkler'in göğsünü Türk olduklarından, tarihlerinden ve dillerinden dolayı bir daha kabartmıştır ve Türkiye'nin geleceği için, geçmiş yüzyılların toplayabildiğinden daha fazla bir kudret toplamıştır.


General Charles Sherrill, Amerika'nın eski Ankara Büyük Elçisi


Marmara kıyısındaki sıcak, toz toprak içinde, eciş bücüş yollu ikinci sınıf kıyı kasabası Mudanya'da, Batı ile Doğu karşı karşıya geldiler. İsmet Paşa ile görüşecek Müttefik generallerini taşıyan İngiliz sancak gemisi "İron Duke"nin kül rengi öldürücü kulelerine rağmen, Batılılar buraya barış dilenmeye geliyordu; yoksa barış istemeye, ya da şartlarını dikte etmeye değil... Bu görüşmeler, Avrupa'nın Asya üzerindeki egemenliğinin sonucunu gösteriyor. Çünkü Mustafa Kemal, herkesin bildiği gibi, Yunanlıları silip süpürmüştü.


Ernest Hemingway, Amerikalı Romancı - Yazar, 1922


******, şecaat ve kabiliyetin en büyük sembolüydü. O, yirminci asrın en büyük gerçeğini yaratan adamdır.


Kopenhag-Nasyonal Tidende


Dünya sahnesinden tarihin en dikkatli, çekici adamlarından biri geçti.


Chicago Tribune

Dünya Liderlerinin ve Dünya Medyasının ****** Hakkındaki Görüşleri (Tamamı)


******’ün Özdeyişleri


Ne Mutlu Türküm Diyene!



Özgürlük ve Bağımsızlık Benim Karakterimdir.



Yorulmadan beni takip edeceğinizi söylüyorsunuz. Fakat arkadaşlar, yorulmadan ne demek? Yorulmamak olur mu? Elbette yorulacaksınız. Benim sizden istediğim şey yorulmamak değil, yorulduğunuz zaman dahi durmadan yürümek, yorulduğunuz dakikada da dinlenmeden beni takip etmektir. Yorgunluk her insan, her mahlûk için tabii bir halettir, fakat insanda yorgunluğu yenebilecek mânevi bir kuvvet vardır ki, işte bu kuvvet yorulanları dinlendirmeden yürütür. Sizler, yani yeni Türkiye'nin genç evlâtları, yorulsanız dahi beni takip edeceksiniz.



Çalışmak demek, boşuna yorulmak, terlemek değildir. Zamanın gereklerine göre bilim ve teknik ve her türlü uygar buluşlardan azami derecede istifade etmek zorunludur.



Hiç bir zafer gâye değildir. Zafer, ancak kendisinden daha büyük olan gâyeyi elde etmek için gerekir en belli başlı vasıtadır. Gâye, fikirdir.



Zafer, bir fikrin istihsâline (elde edilmesine) hizmeti nispetinde kıymet (değer) ifade eder. Bir fikrin istihsâline dayanmayan bir zafer pâyidar olamaz (yaşayamaz). O, boş bir gayrettir.



Her büyük meydan muhare-besinden, her büyük zaferin kazanılmasından sonra yeni bir âlem (dünya) doğmalıdır, doğar. Yoksa başlı başına bir zafer, boşa gitmiş bir gayret olur.



Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, başarı için en hakiki mürşit ilimdir fendir.



Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye muhalif değiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kaste ve fiile dayanan taassupkar hareketlerden sakınıyoruz.



Biz kimsenin düşmanı değiliz. Yalnız insanlığın düşmanı olanların düşmanıyız.



İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik, geçici Mustafa Kemal... İkinci Mustafa Kemal, onu "ben" kelimesiyle ifade edemem; o, ben değil, bizdir! O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasını temsil ediyorum. Benim teşebbüslerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal odur!



Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.



Yurtta sulh, cihanda sulh.



Memleketin efendisi hakiki müstahsil olan köylüdür.



Doğruyu söylemekten korkmayınız.



Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek demek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu yeterlidir.



Türkiye Cumhuriyeti mutlu, zengin ve muzaffer olacaktır.



Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur.



Türkiye Cumhuriyetinin temeli kültürdür.



Süngülerle, silahlarla ve kanla kazandığımız askeri zaferlerden sonra, kültür, bilim, fen ve ekonomi alanlarında da zaferler kazanmaya devam edeceğiz.



Zafer, "Zafer benimdir" diyebilenindir. Başarı ise, "Başaracağım" diye başlayarak sonunda "Başardım" diyebilenindir.



Egemenlik verilmez, alınır.



Milleti kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir.



Öğretmenler: Yeni nesiller sizlerin eseri olacaktır.



Türk Milleti bağımsız yaşamış ve bağımsızlığı var olmalarının yegane koşulu olarak kabul etmiş cesur insanların torunlarıdır. Bu millet hiçbir zaman hür olmadan yaşamamıştır, yaşayamaz ve yaşamayacaktır.



Biz Türkler tarih boyunca hürriyet ve istiklale timsal olmuş bir milletiz.



Milletimiz davranışlarında ve gayretlerinde sarsılmaz bir bütünlük gösterdiği için başarılı olmuştur.



Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, istiklâlden mahrum bir millet, medenî insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye lâyık sayılamaz.



Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir. Ben milletimin en büyük ve ecdadımın en değerli mirası olan bağımsızlık aşkı ile dolu bir adamım. Çocukluğumdan bugüne kadar ailevî, hususî ve resmî hayatımın her safhasını yakından bilenler bu aşkım malumdur. Bence bir millete şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın vücut ve beka bulabilmesi mutlaka o milletin özgürlük ve bağımsızlığına sahip olmasıyla kaimdir. Ben şahsen bu saydığım vasıflara, çok ehemmiyet veririm. Ve bu vasıfların kendimde mevcut olduğunu iddia edebilmek için milletimin de aynı vasıfları taşımasını esas şart bilirim. Ben yaşabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin evladı kalmalıyım. Bu sebeple milli bağımsızlık bence bir hayat meselesidir. Millet ve memleketin menfaatleri icap ettirirse, insanlığı teşkil eden milletlerden her biriyle medeniyet icabı olan dostluk ve siyaset münasebetlerini büyük bir hassasiyetle takdir ederim. Ancak, benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletin, bu arzusundan vazgeçinceye kadar, amansız düşmanıyım.



Milli egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar batar, mahvolur. Milletlerin esirliği üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmaya mahkûmdurlar.



Cumhuriyet fikir serbestliği taraftarıdır. Samimi ve meşru olmak şartıyla her fikre saygı duyarız.



Egemenlik kayıtsız ve şartsız milletindir.



Gerçi bize milliyetçi derler. Ama biz öyle milliyetçileriz ki, işbirliği eden bütün milletlere hürmet ve riayet ederiz. Onların milliyetlerinin bütün icaplarını tanırız. Bizim milliyetçiliğimiz herhalde hodbince ve mağrurca bir milliyetçilik değildir.



Bilelim ki milli benliğini bilmeyen milletler başka milletlere yem olurlar.



Milli mücadelelere şahsî hırs değil, milli ideal, milli onur sebep olmuştur.



Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.



Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması, milli hissin gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki, bu dil şuurla işlensin. Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.



Bir dinin tabiî olması için akla, fenne, ilme ve mantığa uygun olması lazımdır.



Her fert istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine mahsus siyasi bir fikre sahip olmak, seçtiği bir dinin icaplarını yapmak veya yapmamak hak ve hürriyetine sahiptir. Kimsenin fikrine ve vicdanına hâkim olunamaz.



Türk Milletinin istidadı ve kesin kararı medeniyet yolunda, durmadan, yılmadan ilerlemektir.



Medeni olmayan insanlar, medeni olanların ayakları altında kalmaya mahkûmdurlar.



Büyük dinimiz çalışmayanın insanlıkla hiç ilgisi olmadığını bildiriyor. Bazı kimseler çağdaş olmayı kâfir olmak sayıyorlar. Asıl küfür onların bu zannıdır. Bu yanlış tefsiri yapanların maksadı İslâmların kâfirlere esir olmasını istemek değil de nedir? Her sarıklıyı hoca sanmayın, hoca olmak sarıkla değil, dimağladır.



Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır.



Medeniyetin emir ve talep ettiğini yapmak insan olmak için yeterlidir.



Biz dünya medeniyeti ailesi içinde bulunuyoruz. Medeniyetin bütün icaplarını tatbik edeceğiz.



Bizim devlet idaresinde takip ettiğimiz prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz.



Milletimiz her güçlük ve zorluk karşısında, durmadan ilerlemekte ve yükselmektedir. Büyük Türk Milletinin bu yoldaki hızını, her vasıtayla arttırmaya çalışmak, bizim hepimizin en kutlu vazifemizdir.



İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan mürekkeptir. Kabil midir ki, bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünlüğü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki, bir cismin yarısı toprağa zincirlerle bağlı kaldıkça öteki kısmı göklere yükselebilsin?



Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın.



Anaların bugünkü evlatlarına vereceği terbiye eski devirlerdeki gibi basit değildir. Bugünün anaları için gerekli vasıfları taşıyan evlat yetiştirmek, evlatlarını bugünkü hayat için faal bir uzuv haline koymak pek çok yüksek vasıflar taşımalarına bağlıdır. Onun için kadınlarımız, hattâ erkeklerimizden çok aydın, daha çok feyizli, daha fazla bilgili olmaya mecburdurlar; eğer hakikaten milletin anası olmak istiyorlarsa.



Ben icap ettiği zaman en büyük hediyem olmak üzere, Türk Milletine canımı vereceğim.



Gençler cesaretimizi takviye ve idame eden sizlersiniz. Siz, almakta olduğunuz terbiye ve irfan ile insanlık ve medeniyetin, vatan sevgisinin, fikir hürriyetinin en kıymetli timsali olacaksınız. Yükselen yeni nesil, istikbal sizsiniz. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak sizsiniz.



Yüksek Türk! Senin için yüksekliğin hududu yoktur. İşte parola budur.



Benim naçiz vücudum nasıl olsa bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ebediyen yaşayacaktır.



Sizler, yani yeni Türkiye'nin genç evlatları! Yorulsanız dahi beni takip edeceksiniz... Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler, asla ve asla yorulmazlar. Türk Gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir.



Biz cahil dediğimiz zaman, mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz. Kastettiğimiz ilim, hakikati bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okumak bilmeyenlerden de hakikati gören gerçek alimler çıkabilir.



Müsbet bilimlerin temellerine dayanan, güzel sanatları seven, fikir terbiyesinde olduğu kadar beden terbiyesinde de kabiliyeti artmış ve yükselmiş olan erdemli, kudretli bir nesil yetiştirmek ana siyasetimizin açık dileğidir.



Mualimler! Yeni nesli, Cumhuriyetin fedakâr öğretmenleri ve eğiticileri, sizler yetiştireceksiniz. Ve yeni nesil sizin eseriniz olacaktır. Eserin kıymeti, sizin maharetiniz ve fedakârlığınız derecesiyle mütenasip bulunacaktır.



Milleti kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenden, eğiticiden yoksun bir millet, henüz millet namını almak istidadını keşfetmemiştir.



Dünyanın her tarafından öğretmenler insan topluluğunun en fedakâr ve muhterem unsurlarıdır.



Okul sayesinde, okulun vereceği ilim ve fen sayesindedir ki, Türk milleti, Türk sanatı, Türk iktisadiyatı, Türk şiir ve edebiyatı bütün güzellikleriyle gelişir.



Türkiye'nin asıl sahibi ve efendisi, gerçek üretici olan köylüdür. O halde, herkesten daha çok refah, saadet ve servete müstahak ve layık olan köylüdür. Onun için, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin iktisadi siyaseti bu aslî gayeye erişmek maksadını güder.



Ekonomik kalkınma, Türkiye'nin hür, müstakil, daima daha kuvvetli, daima daha refahlı Türkiye idealinin belkemiğidir.



******’ün Vasiyeti

******'ün 5 Eylül 1938 günü Dolmabahçe'de düzenlediği ve İstanbul 6. Noteri İsmail Kunter'e teslim ettiği vasiyetnamesi şu şekildeydi;

Malik bulunduğum bütün nukut ve hisse senetleriyle Çankaya'daki menkul ve gayrimenkul emvalimi Cumhuriyet Halk Partisi'ne atideki şartlarla terk ve vasiyet ediyorum:

1 - Nukut ve hisse senetleri, şimdiki gibi, İş Bankası tarafından nemalandırılacaktır.

2 - Her seneki nemadan, bana nisbetleri şerefi mahfuz kaldıkça, yaşadıkları müddetçe, Makbule'ye ayda bin, Afet'e 800, Sabiha Gökçen'e 600, Ülkü'ye 200 lira ve Rukiye ile Nebile'ye şimdiki yüzer lira verilecektir.

3 - Sabiha Gökçen'e bir ev de alınabilecek ayrıca para verilecektir.

4 - Makbule'nin yaşadığı müddetçe Çankaya'da oturduğu ev de emrinde kalacaktır.

5 - İsmet İnönü'nün çocuklarına yüksek tahsillerini ikmal için muhtaç oldukları yardım yapılacaktır.

6 - Her sene nemadan mütebaki miktar yarı yarıya, Türk Tarih ve Dil Kurumları'na tahsis edilecektir.


******’ün Aldığı Nişan, Madalya ve Madalyonlar

Nişan Ve Madalyalar

Sıra No Nişan ve Madalyanın Adı İhdas Eden Madeni Çapı Verildiği Tarih

1 5. Rütbeden Mecidi Niş. Padişah Abdülmecid Gümüş 55 25.12.1906

2 2. Rütbeden Mescidi Niş. Padişah Abdülmecid Ortası Altın 65 12.12.1916

3 1. Rütbeden Mescidi Niş. Padişah Abdülmecid Ortası Altın 65 16.12.1917

4 4. Rütbeden Osmani Niş. Padişah Abdülaziz Gümüş - 06.11.1912

5 3. Rütbeden Osmani Niş. Padişah Abdülaziz Gümüş - 01.02.1915

6 2. Rütbeden Osmani Niş. Padişah Abdülaziz Gümüş - 01.02.1916

7 İmtiyaz Madalyası 2. Abdülhamid Gümüş - 30.04.1915 8 İmtiyaz Madalyası 2. Abdülhamid Altın - 23.09.1917 9 Harp Madalyası 5. Mehmed Reşad Fakfon - 11.05.1918 10 Liyakat Madalyası 2. Abdülhamid Gümüş 25 01.09.1915 11 Liyakat Madalyası 2. Abdülhamid Altın 25 17.01.1916 12 İstiklal Madalyası T.B.M.M Prinç 35x40 21.11.1923 MADALYONLAR Sıra No Adı ve Veriliş Nedeni Tarihi 1 1. Ordu manevra hatırası 20.08.1937 2 2. Ordu manevra hatırası 13.10.1937 3 Ankara'ya gelişinin 18.yıl hatırası 27.12.1937 4 Müttefik ajanslar 4. Kongresi 1929 5 T.B.M.M. Rozeti - 6 Abide-i zafer hatırası 1927 7 İran Şahı'nın Türkiye'yi ziyaretleri hatırası 1934

******’ün Yazdığı Kitaplar

•Tâbiye Meselesinin Halli ve Emirlerin Sureti Tahririne Dair Nesayih

•Takımın Muharebe Talimi (Almanca'dan çeviri - 1908)

•Cumalı Ordugâhı - Süvari: Bölük, Alay, Liva Talim ve Manevraları (1909)

•Tâbiye ve Tatbikat Seyahati (1911)

•Bölüğün Muharebe Talimi (Almanca'dan çeviri - 1912)

•Zabit ve Kumandan ile Hasbihal (1918)

•Nutuk (1927)

•Vatandaş İçin Medeni Bilgiler (1930)

•Geometri (1937)


******’ün Kurduğu Kurumlar

Anadolu Ajansı

Ankara Hukuk Fakültesi

Ankara Orman Çiftliği

Bursa Merinos Halı Fabrikası

Çocuk Esirgeme Kurumu

Demiryolları ve Limanlar Genel Müdürlüğü

Devlet Hava Yolları

Devlet İstatistik Enstitüsü

Elektrik İşleri Etüt İdaresi

Etibank

Halkevleri

İşbankası

Maden Tetkik Arama Enstitüsü (MTA)

Merkez Bankası

Merkez Hıfzısıha Enstitüsü

Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı

Sanayi ve Maadin Bankası

Sümerbank

Türk Dil Kurumu

Türk Kuşu

Türk Tarih Kurumu

Türkiye Cumuriyeti Ziraat Bankası

Türkiye Şeker Fabrikaları

Uluslararası İzmir Fuarı
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Mustafa Kemal ******(2)
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Mustafa Kemal ******(1)
» Yahya Kemal Beyatlı

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
H@y@L3TÜRK Forum :: Biyografi :: Tarihi Kişilikler-
Buraya geçin: